Çok eski zamanlarda, bir kişi ev yaptırmaya karar verdi mi, uzun uğraşlarla bulduğu ustanın evine bir çuval buğday yollarmış. Usta böylece kişinin kendisine ev yaptırmak istediğini anlarmış. Ustanın işi yapmaya gönlü varsa, alıkoyarmış buğday çuvalını… Böylece işi yapacak olan usta ailenin evini ziyaret etmeye başlarmış. Usta iyiden iyiye tanırmış işvereni; hali vakti yerinde mi, kaç çocuğu var, başka çocuk olacak mı, günlük yaşantı nasıl, iyiden iyiye her şeyi anlarmış. İşveren de ustaya, kendi eviyle ilgili düşündüklerini aktarırmış.Usta, işi yaptıracak işverenin evinde günler geçirir; Güneş nereden doğuyor, nereden batıyor, su yolları nerede incelermiş. Evi yaptıracak kişinin ve ailesinin yaşam tarzı ile ilgili çalışmalarını tamamladıktan sonra, tasarlanan ev, doğrudan yere çizilir; işverenle usta, yerinde kesinleştirirmiş gerçekleştirilecek olanı…
Çağdaş kavramlarla, tasarımın doğrudan kullanıcının kendisinden başlaması… İçten dışa davranış, önce işlevin, ardından da onunla uyum içinde dışın çözümlenmesi demekti, bu süreç. En başından doğru temeli inşa etmek buradan başlıyordu… Yapılacak olanı, işverenin ihtiyaçları, kültürü, yaşam biçimi, istekleri, beklentileri belirliyordu. Ona yol gösterecek, bu yolculukta kusursuzca eşlik edecek olan da ustaydı…
Hikâye: Mimar Cengiz Bektaş.